Nicholas Urfe’nin hikayesini anlatır romanımız… İngiltere’de doğan, Oxford’da okuyan genç, okul sonrası aşkı tadar. Bir süre sonra ilişkinin ağırlığı zincirler Urfe’yi,taa ki kaçışı bir Yunan adasında misyoner bir İngiliz okulunda öğretmenlikte bulana kadar.
İşte ilk sürpriz burada başlar. Ada çağımızın eğlence ikonlarından olan adaların tam tersidir. 2. Dünya savaşı sonrası çökmüş Yunan halkını, sessizliği, doğayla yalnız kalmayı anlatır Phraxos bizlere. Urfe, İngiltere ile ada arasında bocalar, sonrasında ise acımasızlığın perdelendiği tiyatro sahnesi kurulur…
Adanın diğer ucunda oturan yaşlı bir adamla tanışır, zengindir, aristokrattır, sanat meraklısı, gizemli bir adamdır Conchis. Tiyatronun oyuncuları yavaş yavaş çıkar sahneye, herkes senaryoyu bilmektedir, Urfe dışında… Aşık olur, aldatılır, oyuna getirilir ama hiç birinden yılmaz kahramanımız. Defalarca tekrarlanır bu duygusal iniş çıkışlar, yine de senaryo oynanmaktadır biteviye…
Dayanılmaz bir karmaşaya döner hikaye, Urfe küçüldükçe küçülür, yaprak gibi oradan oraya savrulur. Sonunda kukla olmaya dayanamaz ve kendi oyununu oynamaya İngiltere’ye döner. İşler beklediği gibi gitmez, artık o Ege'nin yanlızlığı ile Londra'nın karmaşıllığı arasına sıkışmıştır. Tiyatro peşini Londra'da bırakmaz, aşk onu bir kez daha tuş eder, kahramanlar artar, senaryonun başı ile sonu karışır…
Hikayenin sonu yoktur eğer ne olduğunu merak ediyorsanız, sonu siz yazarsınız, mutlu bir bitiş mi, hiçlik mi… Tamamen hayal gücünüz belirler yazılmamış sayfaları.
Doğanın bu kadar güzel betimlenebildiğini, yalnızlığın bu kadar vurucu olduğunu, çaresizliğin kahrediciliğini, umudun tükenmek bilmeyen iyimserliğini, aşkın gözünün kör olduğunu, yalanın insanın hamuru olduğunu öğrenirsiniz ve John Fowles’u okurken Shakespeare’e gidersiniz, Marquis de Sade’ye, mitolojiye, Kafka’ya ve nicelerine selam verirsiniz yolunuz üstünde…
Ege mavisi be zeytin yeşili bir hikayedir “Büyücü”, Ege’nin Batı kültüründe tasviridir kısaca…
No comments:
Post a Comment